3 Haziran 2017 Cumartesi

KADIN ÖRGÜTLERİ VE YENİ MEDYA: UÇAN SÜPÜRGE ÖRNEĞİ İLE

   
    Bir toplumsal hareket olarak değerlendirilebilecek olan kadın hareketi, bir çok toplumsal hareket gibi, 1960’lardan sonra söyleminde, taleplerinde, hak arama mücadelesinde farklı bir yapı içerisine girmiştir. 1960’ların sonlarından itibaren yeni toplumsal hareketler alternatif bir politik kültürün geliştirilmesine katkı sağlamanın yanı sıra özgürlük, insan hakları kavramları üzerinde de yeniden düşünülmesini sağlamış, demokrasinin çoğunluktan daha çok çoğulculuktan yana olması gerektiği noktasındaki talepleri artırmış, sivil toplum anlayışının önemini daha fazla vurgulamıştır. Yeni politika anlayışı farklı kimliklerin varlıklarını koruyabilmeleri, politik ve kamusal alanın aktörleri olarak kabul edilmeleri şeklinde bir içerik de kazanmıştır. Yeni politika anlayışı yeni politik aktörleri gündeme getirmiş, örgütlü binlerce dernek, girişim ve kuruluşu temsil eden, ekonomik ve sosyal haklarla, çevreyle, cinsiyetler arası ilişkilerle ilgili talepleri ve eleştirileri ifade eden bir ses yükselmeye başlamıştır.
     Bu seslerin yükselmesinde ve bir güç olarak ortaya çıkmalarında yeni medyanın da önemli bir rolü olmuştur. Toplumsal cinsiyet, cinsellik, ırk etrafında dönen bir dizi mücadele de yeni iletişim teknolojileri dolayımıyla yürütülmüştür. 1990’lardan sonra kadınlar düşüncelerini geniş kitlelere ulaştırabilmek, sorun ve mücadelelerini anlatabilmek için elektronik alanlar, web siteleri, tartışma grupları, mail listeleri oluşturmuşlardır. Her ne kadar iletişim teknolojileri alanı hegemonik örüntüler ve toplumsal cinsiyet ideolojisi ile biçimlenmiş olsa da kadınlar için özgürleşme ve kendini ger çekleştirme olanaklarına da sahip olduğu gözardı edilmemelidir. Bu alan da diğer alanlar gibi bir mücadele alanıdır ve bilişim teknolojilerinin kadınlar yararına ve kadınlar için kullanılma olanaklarına sahip olması kadın hareketi açısından yeni medyanın özellikle internetin önemini bir kez daha artırmaktadır. Özellikle masaüstü yayıncılık, elektronik yayıncılık, e-posta ile haberleşme, internet üzerinden küresel ve yerel bilgi bankalarına ulaşma, haber ve sohbet gruplarına, forumlara katılma, internet üzerinde (sanal) eğitim vb. olanaklar hem kadınların hem de kadın sivil toplum örgütlerinin etkinliklerini desteklemekte, yaygınlaştırmaktadır. Daha da önemlisi kadınların kendi sözlerinin dolaşıma girmesine olanak tanımaktadır. Kadın örgütleri, bilişim teknolojileri aracılığıyla kolay ve hızlı eriştikleri bilgiyi daha kolay yöneterek lobicilik faaliyetlerini güçlendirebilmektedirler.
      Bu çalışmada Türkiye’de kadın örgütlerinin interneti alternatif bir medya olarak nasıl kullandıkları üzerine odaklanılmıştır. Bu amaçla kadın hareketi noktasında verdikleri mücadele ile ön plana çıkan “Uçan Süpürge”nin internet sitesi incelenmiştir. Çalışmada öncelikle bir toplumsal hareket olarak “kadın hareketi” üzerine değerlendirme yapılmış, kadın hareketi üzerinde kadın örgütlerinin rolü ve kadın örgütleri açısından internetin alternatif bir medya olarak nasıl bir güç olduğu teorik düzlemde tartışılmıştır. Çalışmada belirtilen kadın örgütlerinin internet siteleri ise; kadın sorunlarına yaklaşım biçimleri, ne tür konuları kadın sorunları ile ilişkilendirdikleri, kadınlar adına yaptıkları çalışmalar çerçevesinde analiz edilmiş ve kadın örgütlerinin internet sitelerini alternatif bir medya olarak ne derece kullanabildikleri belirlenmek istenmiştir.
BİR TOPLUMSAL HAREKET OLARAK KADIN HAREKETİ 
     Feminizm güçlü muhalefetler karşısında siyasal haklarını kabul ettirebilmek için her defasında yeni hamlelere girişmek zorunda kalmış bir toplumsal harekettir. Feminist eleştirinin temel temalarından biri ve egemen anlayışı değiştirme çabası, kadınlığa ve erkekliğe, kadınlara ve erkeklere, kadına ve erkeğe dair sınıflandırmaların yapılanması ve sınırları üzerine odaklanmıştır. Bu sınıflandırmalar, kamusal ve özel kavramlarının inşası ile bağlantılı kılınmıştır. Feminist tarihçiler açısından kamusal/özel ayrımı 1960’larda yeniden ortaya çıkmış ve böylesi ikili ayrımlar, çeşitliliğe, çoğulluğa ve sınırların bulanıklaşmasına önem veren güçlü feminist çözümlemelerin eleştirisine uğramıştır. Feminist hareketin tarih boyunca benimsediği örgütlenme ve katılım biçimleri incelendiğinde kadınların bilinç yaratma kümeleri ya da günlük yaşamlarında yoğun tartışmalar yapan küçük kümeler oluşturma eğilimi gösterdikleri böylece özel ile kamu alanları ve kişisel ve siyasal egemenlik arasında yakın ilişki oluşturma doğrultusuna yöneldikleri görülmektedir. Örgütsel açıdan bakıldığında kadınlar için kendilerini kişisel ve iç-öznel olarak açıklayabilecekleri bir siyasal eylem alanı yaratmak zorunlu hale gelmiştir.
KADIN HAKLARI MÜCADELESİNDE ALTERNATİF MEDYANIN KULLANIMI 
1970’lerin sonundan itibaren kapitalist demokrasilerin yeni liberal yayıncı oluşumlar ile kar- şılaşmaları ve enformasyon akışının ulusal sınırları aşan kârlılığı ulus-aşırı sermaye hareketlerinin gücünün bu alanda varlığını göstermesine yol açmıştır. Bu süreçte kitap, gazete, dergi, radyo hatta televizyonun geleneksel kitle iletişim araçları olarak nitelenmesine neden olacak şekilde yeni iletişim araç ve ortamları belirmiştir. 1970’li yılların aynı zamanda Avrupa’da, Latin Amerika ülkelerinde, ABD, Avustralya ve Kanada gibi çok sayıda göçmen nüfus ile yerli halklardan oluşan çok etnili ülkelerde çeşitli din/mezhep gruplarının, etnik/yerli toplulukların, savaş karşıtlarının, feministlerin, çevrecilerin alternatif medya örgütleri için altın yılları olduğu görülmektedir. 1990’ların başlarından itibaren söyleyecek sözü olanların kendilerini ifade edebilmeleri açısından daha önce olmayan göreli olarak da ucuz bir imkan olan “internet” alternatif kullanımların hizmetine sunulmuş ve alternatif medyanın en önemli araçlarından biri olarak yerini almıştır. Yeni iletişim teknolojilerinin alternatif/radikal medyaların yaratılmasında kullanımı ile birlikte, yerel hareketler küresel bir ağ üzerinde uluslararası dayanışmayı örgütlemiştir. İnternet şimdiye dek geliştirilen tüm medyaları içeren en güçlü iletişim aygıtı haline gelmiştir. İnternet de giderek ticarileşmesine rağmen, muhalifler için etkili bir biçimde kullanabilecekleri ve fazla maliyetli olmayan bir iletişimsel alan olarak hizmet etmektedir.
     Bugün artık politika büyük oranda görselişitsel medya ve internet gibi yeni iletişim teknolojileri kanalıyla müzakere edilmektedir. Muhalif grup ve hareketler egemen politik güçlere karşı sahici bir alternatif geliştirmeyi hedeflemişlerse, kitle tabanlarını genişletmek ve fikir ve mücadelelerini nüfusun daha geniş kesimlerine yaymak durumundadırlar. Muhalif aktivist ve entelektüeller politik hayatta belli bir rol oynamak istiyorlarsa yeni teknolojiden yararlanma stratejileri geliştirmek ve müdahale olanaklarını artırmak için elektronik iletişimin gerçekleriyle uzlaşmak zorundadırlar. Bugün internet sınırları, hiyerarşileri ve hegemonik iktidar odaklarını aşan yapısıyla interaktiflik özelliğiyle sivil topluma yeni bir iletişim biçimi sunmaktadır. İnternet aracılığıyla insanlar birbirlerini görmeden eyleme geçme kararı alabilmekte birbirlerini görmeden konuşabilmektedir. Tek tuşla aynı anda binlerce kişiye elektronik posta aracılığıyla ulaşabilme sivil toplum aktivistleri açısından yeni bir kamusallığın habercisi olmuştur.
     Bu kamusallığın bir yansıması da kadın aktivistlerin kadın hareketi için verdikleri mücadele de karşılığını bulmaktadır. Alternatif medyayı kadınların kullanımına ilişkin dünyadan örnekler verilecek olursa; Hindistan’da Kali for Woman örgütü Asya’nın en önde gelen yayınevlerinden birine sahiptir. 1984’de Asya’da Kadın ve Medya kitabıyla başlangıç yapan yayınevinin kitapları çeşitli dillere çevrilerek uluslararası düzeyde satılmaktadır. Yine Hindistan’daki bir diğer kadın örgütü, Jagori, kadın hareketine mesajlar taşımak için farklı araçları kullanarak broşürler, posterler ve kasetler üretmektedir. FIRE (Feminist Uluslararası Radyo Denemesi) Kosta Rika’da internet üzerinden İspanyolca ve İngilizce yayın yapan ilk feminist radyo istasyonudur. Şili’de Fempress adlı örgüt medya ve internet için feminist makaleler ve radyo programları hazırlamaktadır. Suriye Kadın Birliği, Arap Kadının Dergisi’nin yanı sıra Sinema Klubü’nün çalışmalarını desteklemektedir. Filistin’de Filistinli Kadınlar Birliği diğer örgütlerle etkileşim içinde Filistin toplumundaki kadının önyargılı rollerle temsil edilmesini ortadan kaldırmayı amaçlayan televizyon ve radyo programları yapmaktadır. Kadına yönelik şiddete karşı 1998 yılından bu yana Kadın Sığınakları ve Danışma/Dayanışma Merkezleri Kurultayı adıyla düzenlenen etkinliğin örgütleyicisi olan bir grup kadın tarafından 2000 yılında kurulan Kadın Kurultayı egrubu’nun e-posta ağ ise hem bilgi alışverişi hem gündem oluşturma hem de sorunlara çözümler bulmak için müzakere alanı olarak karşımıza çıkmaktadır.
UÇAN SÜPÜRGE WEB SİTESİNE YÖNELİK İNCELEME 
Araştırmanın Metodolojisi
     Çalışmada kadın örgütlerinin internet sitelerinde kadın sorunlarına yaklaşım biçimleri, ne tür konuları kadın sorunları ile ilişkilendirdikleri, kadınlar adına yaptıkları çalışmalar belirlenmek istenmiştir. Bu kadın örgütünün internet sitelesinin seçilmesinin sebepleri; örgütün hem ulusal hem de uluslararası düzlemde çalışmalarını sürdürmesi, sadece bir kadın örgütü olmayıp kadınlar arasındaki iletişimi sağlamada önemli bir iletişim merkezi gibi hareket etmesi, projeler ortaya koyması ve bu projeleri sonuçlandırması, kadın sorununu toplumsal bir sorun olarak algılaması, pek çok kadın örgütünün çalışmalarını desteklemesi, kadın sorunlarına ilişkin kamuoyu oluşturma sürecinin önemli bir parça olması, egemen medyada da farkındalık yaratabilecek kadar bir etkiye sahip olması şeklinde sıralanabilir. Çalışmada niceliksel ve niteliksel içerik çözümlemesi ile araştırma sorularına cevap bulunmaya çalışılmıştır. Çalışma betimleyici bir çalışmadır. İçerik çözümlemesinin nicel değerlere dayandırılmayan veya istatiksel veriler içermeyen biçimi olarak kabul edilen nitel çözümleme çıkarımlar yapmak amacıyla sayısal veya nicel olmayan içerik göstergeleri üzerine odaklanmaktadır. Nicel içerik çözümlemesi ise, mesajların içeriğindeki açık, görünür özelliklerin ortaya çıkma sıklığı- nın belirlenmesi üzerine odaklanmaktadır.
Uçan Süpürge İnternet Sitesi 
Uçan Süpürge, kadın kuruluşları ve kadın hareketine duyarlı kişiler arasında iletişim, işbirliği ve dayanışmayı artırmak, onların deneyimlerini genç kuşaklara aktarmak, ulusal ve uluslararası bir iletişim ağı oluşturmak amacıyla 1996 yılında kurulmuş bir kadın örgütüdür. Uçan Süpürge temel amacını; kadın örgütleri arasındaki iletişim, eşgüdüm ve işbirliğinin gelişmesi için çalışarak kadın örgütlerinin kadınların güçlenmesi yönünde daha verimli olabilmelerini sağlamak olarak belirlemiştir. Bu temel amaçla birlikte, toplumda kadın konusunda duyarlılık yaratmayı ve bilinci artırma; kadınların güçlenmesini etkileyecek kampanyalar ve etkinlikler organize etmenin hedeflendiği belirtilmektedir. İletişimin etkileşimi beraberinde getirdiği bilinciyle yola çıkan Uçan Süpürge kendisini en geniş anlamıyla bir “iletişim merkezi” olarak konumlandırmaktadır. Uçan Süpürge’nin, ilk yıllarından bu yana bölge toplantıları düzenleyerek birçok kadın kuruluşunu bir araya getirmesi, bu kuruluşlar arasındaki iletişimin ve üretimin artmasını sağlamıştır. Bu toplantıların amacı; kadın kuruluşlarının bir araya gelerek güçlenmesi, kadın hareketi içinde birbirine kenetlenmesi ve bu birlikteliği kalıcı işlere dönüştürmesi için bir ortam yaratılmasıdır.
Sitenin Genel Görünümü 
Uçan Süpürge’nin web sitesi ana sayfa üzerinden değerlendirildiğinde on dokuz ana linkten oluştuğu görülmektedir. Bu linklerin başlıkları; Hakkımızda, Projeler, Festival, Flying Broom, Künye, Arşiv, Adalet Kazanı, Siyaset, Demir Leblebi, İnsan Hakları, Eğitim, Çalışma Yaşamı, Sivil Toplum, Yaşam, Kültür ve Sanat, Medya, Muhabirler Ağı, Yayınlarımız, Kadın Örgütleri Rehberi olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu ana linklerin dışında ana sayfada; gerçekleştirilen projelerden bazılarının ön plana çıkarılarak sayfaya tekrar taşındığı, ana linkler içerisinde yer alan bir takım konuların dikkat çekmesi için kısa kısa bilgiler verilerek ana sayfada yer aldıkları görülmektedir. Uçan Süpürge’nin web sitesinde de arama motoru bulunmaktadır. Web sitesinin Türkçe dışında bir başka dilde hazırlanan web sayfası bulunmamaktadır. Uçan Süpürge’nin statik içeriğinin dışında dinamik içeriği değerlendirildiğinde sitenin sık sık güncellendiği dikkat çekmekte ve bu durumun hem bir web sitesinin taşıması gereken özellikler açısından hem de sitenin takipçileri açısından artı bir özellik olduğunun söylenmesi gerekir.
 Ele Alınan Konular 
Sitede yer alan 428 haber ve yorum değerlendirildiğinde üzerinde en fazla durulan konunun kadın istihdamı sorunu olduğu görülmektedir. Ekonomik anlamda elde edilecek kazanımlar ve kadın girişimcilere destek verilmesinin önemi sık sık vurgulanmaktadır. Kadına uygulanan şiddet en önemli sorunlardan biridir ve bu konu Uçan Süpürge’nin de gündeminden hiç düşmemiştir. Cinsel taciz ve tecavüz konuları da kadın hakları noktasında verilen mücadelenin en önemli boyutlarından birini oluş- turmaktadır. Uçan Süpürge konuyu gerek hukuksal boyutlarıyla gerekse toplumsal boyutlarıyla tartışarak ilgili kurumları da bu konu da harekete geçirmeye çalışmaktadır ki üzerinde en fazla durduğu konulardan birinin kadın örgütlerinin yasama sürecine katılımlarının güçlendirilmesi yönündeki talepleri olması bunu desteklemektedir.
Kullanıcı Etkileşimi 
Uçan Süpürge'nin yeni medyanın çoğu olanaklarından yararlandığı görülmektedir. Uçan Süpürge, elektronik posta, sosyal paylaşım sitelerinden Facebook ve Twitter’ın, bir fotoğraf paylaşım sitesi olan Flickr ve vimeo isimli video paylaşım sitesinin sunduğu olanaklardan yararlanmaktadır. Bunların dışında 2002’de kullanıma açılan web sitesi kadınların ve kadın kuruluşlarının buluşma noktası olmuştur denilebilir. Türkiye’deki kadın kuruluşlarının kuruluş amaçlarının, etkinlik alanlarının ve iletişim bilgilerinin yer aldığı bir veri tabanı oluşturulmuştur. Bu veri tabanının oluşturulmasındaki amaç; kadın örgütlerinin birbirini tanıması ve yaptıkları çalışmaların paylaşılarak görünür kılınmasıdır. Veri Tabanı projesi, kadınların ve örgütlerin birbirinden haberdar olmasını sağ- larken, aynı zamanda, aralarındaki iletişim ve işbirliğini de güçlendirme misyonu taşımaktadır.

8 Haziran 2015 Pazartesi

FEMİNİZM NEDİR?

a. Feminizmin Tanımı:

    Feminizm, cinslerin eşitliği kuramına dayanan ve kadınlara eşit haklar isteyen bir akımdır. Bu akım, insanlığın yarısını oluşturan bir demografik grubun ve uygarlık tarihi boyunca hep ikincil konumda yaşamak zorunda kalan kadınların bu durumdan kurtuluş hareketinin öğretisidir.
   Andree Michel'e göre, feminizm sözcüğü, ''Kadınların toplum içindeki rol ve haklarını genişletmeyi öngören bir öğretiyi'' dile getirmektedir.



  Daha kadınlarımızın bir çoğu, feminizm kavramını duymamış ya da duysa da ne ifade ettiğini anlamayacak bir kadınlık durumu içinde bulundukları halde, feminizm ülkemizde son yılların en sıcak konularındna olmayı sürdürmektedir.

  Batı'daki oluşuma koşut bir biçimde bizim de Eşitlikçi (ya da liberal) feministlerimiz, Sosyalist feministlerimiz, Radikal feministlerimiz ayrıca buna ek ve Batı'ya nisbet, Türbanlı feministlerimiz var. Gerçi Eşitlikçi feministlerimiz, feminizm sözcüğü konusunda çok çekimser davranıyor ve kendilerine feminist denmesini istemiyor, ama eğer feminizm kadınların toplum içindeki yer ve haklarını genişletmeyi öngören bir öğreti ve bu amaçla gerçekleştirilen eylemler dizisi ise Türkiye'de Atatürk Devrimi'nin kadınlara tanıdığı hakları savunan, koruyan, daha da geliştirme işlevini üstlenen tüm kadın derneklerinin üyeleri, kendileri bunu kabul etmeseler de eşitlikçi (ya da liberal) feministtir.

     Ülkemizde Eşitlikçi feministler, orta ve üst sınıfın çok iyi öğrenim görmüş seçkin ve simge kadınları olarak sürekli eleştirilmişlerdir. Ne var ki feminizmin dünyadaki gelişmesine bir göz attığımızda, tarihsel perspektif içinde hep bu tür seçkin ve simge kadınların, toplumlarında feminizm öncülüğünü üstlendiklerini görürüz.

     Nitekim, bizde de daha Meşrutiyet'ten itibaren burjuva feministlerin kadınların eğitim olanaklarından eşit şekilde yararlanmaları konusunda ve Cumhuriyet'le birlikte kazandıkları yeni hukuksal statüye sahip çıkma, meslek seçme hakkını elde etme konusunda, öncü çalışmaları olmuştur. Kısacası onlar, ''kadınlar genelde varolan sistem ve yapılar içinde nasıl daha eşit bir konuma kavuşabilirler?'' sorusundan hareketle küçük baskı grupları oluşturup eşit hak bildirgeleri ve hukuksal değişiklikler için çaba göstermişlerdir.

    Sosyalist feministler, Marksist geleneğe bağlı kalarak, kadının ezilmesini özel mülkiyetle birlikte ortaya çıkmış bir durum olarak görmekte; kadınların kurtuluşunu, özgürlüğe kavuşmalarını, özel mülkiyetin kalkması koşuluna bağlamaktadırlar. Onlara göre eşitlik, ancak toplumlardaki devrimci dönüşümlerle bağlantı içinde söz konusu olabilir. Bu yüzden, düzen değişikliği için savaşılmalıdır.

    Radikal feministlere gelince, onlar Eşitlikçi feministleri ve Sosyalist feministleri bu davada başarısız buldukları için daha köktenci bir yöntemi benimsemekte ve kadınların kurtuluşunu kabaca ''tüm kadınların, tüm erkeklere karşı ayaklanmasında'' görmektedir.

    Türbanlı feministler, fuhuşa, dayağa, genelevlerin kurumlaşmasına, kocalarının soyadını taşımaya karşı çıktıkları halde, ''Kadınların haklarını savunmanın feminist olmak anlamına gelmediğini'' öne sürmekte ve feminizmin Batı'da doğmuş olmasına duydukları ajerjiyi ''Biz doğulu müslüman kadınlar olarak, kendi mücadelemizi veririz. Aramızda benzeşme yoktur.'' şeklinde dile getirmektedirler. onlara bugün geleneksel ailede yaşanan sorunlardan İslam sorunlu değildir. Dinle ilgisi olmayan ulusal, kültürel, yerel değerlerin dinle karışması sonucu, kadın yüzyıllar boyu ezilegelmiştir.

     Görüldüğü gibi ülkemizde kadın sorunlarına değişik açılardan bakan kesimler, henüz bir temel terminolojiye ve ortak paydalara sahip değildir. Eşitlikçi feministler ve türbanlı feministler, içine düşmüş oldukları kavram kargaşası ve ideolojik nedneler yüzünden, feminizmi yadsımaktadır. Eşitlikçi feministlerin korkusu sosyalist ya da radikal görünmek;  türbanlı feministlerin kaygısı ise islama ters düşmektir. bu her iki kesim de kadınların kurutluşu hareketinin siyasal platform içinde bir savaşımın adı olduğunu görmezlikten gelmektedir.



mini kaynakça:
Necla Arat

6 Şubat 2015 Cuma

Virginia Woolf'un Odasına Yolculuk

''Kendine Ait Bir Oda'', Woolf'un 1928'de yazdığı bir metin. Virginia Woolf, bir işçi partisi üyesi; 1. Dalga Kadın Kurtuluş Hareketi'nin sufrajet hareketin bir üyesi; yazar ve sanat eleştirmeni. Ona, kadınların erkekler tarafından ezilen ayrı ve özgül bir toplumsal grup olduğunu kabul etmeyenler tarafından sıkça sorulan bir soru vardı: ''Madem ki erkekler ve kadınlar arasında eşit haklar talep ediyosunuz, o zaman kadınlar ve erkeklerin eşit insani potansiyallere sahip olduğunu varsayıyorsunuz. Madem öyle neden bir tane bile kadın Shakespeare, Hamlet veya Hegel çıkmadı?''  Virginia Woolf, William Shakespeare'in Judith Shakespeare adında hayali bir kız kardeşi olduğunu varsayarak, 1928'de yazdığı ''Kendine Ait Bir Oda'da bu soruya cevap veriyor. Judith'in, en az William kadar yetenekli olmasına rağmen, 16. yüzyılda erkek olan Shakespeare gibi evini terk ederek, Londra'ya kaçarak, bir tiyatroda seyislik yaparak, oyun yazmak için mücadele ederek oyun yazarı olamayacağını anlatıyor. 16. yüzyılda bir kadın 20 yaşından gençken zorla evlendirilirdi, insanlarda yazı yazmasına zaten gülerdi, evinden kaçsa bile Londra'ya asla varamazdı, varsa bile hiçbir tiyatro sahibi onu en ufak biçimde ciddiye almazdı. Metnin sadece bir bölümü olan bu kısımda eleştirilen cinsiyetçi bakış, bugün de bizi etkilemekte. ''Madem ki kadınlar bu kadar yetenekli niye kadın siyasetçiler bu kadar az?''  sorusu bize hala sorulmakta. Metnin önemi yalnızca bu cinsiyetçi klişeye cevap vermesinden dolayı değil, 1. Dalga kadın Kurtuluş hareketinin ortaya attığı kimi sorularla çok dolaysız ilişkiler kurmasından da kaynaklanıyor.

  Oysa 1870'lerde kadınların insanlığın parçası olup olmadığı tartışılıyordu! Ve hatta olmadığını iddia eden taraflarda vardı! Bir örnek vereyim:

 1. Dalga Feminist Hareketi'nin üyelerinden Susan B. Anthony oy kullanmaya gidiyor. Çünkü onun yaşadığı eyalaette belli bir yaşın üzerinde, mülkü olan ve köle olmayan her insan oy kullanabiliyor. O da kendisinin böyle bir insan olduğu gerçeğine dayanarak oy kullanabileceğine inanıyor. Ancak mahkeme ona soruyor: ''Sen insan mısın?''  Bu mahkemenin ardından kamuoyunda bir tartışma başlıyor; toplum Susan B. Anthony'nin şahsında kadınların insan olup olmadığını tartışıyor. Ve hakikatten de toplumun bir bölümü kadınların garabet, eksik ve hayvanla insna arasında bir yaratık olduğunu ''bilimsel'' bir şekilde açıklıyor. Onun yani kadınların insan olduğunu iddia eden diğer toplumsal kesitse bunu çok mahçup bir biçimde yapıyor. Bu noktada günümüzde ilerleme var tabii! Fakat siyasete eşit katılımda sorunlar sürüyor. Esasında o dönemin tüm sorun alanları bazen çok benzeyen bazense farklılaşmış bir biçimde bugün de sürüyor. Okuma-yazma meselesi, son sürat devam ediyor halen, mesela. Virginia Woolf da bund
an bahsediyor. ''Biz kadınlarkendimize dönersek, inanılmaz bir biçimde cahiliz, kendimizi geliştirmek için çabalamıyoruz, durumu kabul etmiş bir haldeyiz ve bu utanç verici'' diyor. Bugün imkanlarımızın daha fazlaolduğu halde varlığını hala koruyan bir sorun bu. Hatta yazı ve teori, genel kabule göre hala erkeklerin egemenlik alanı; biz kadınlar o alana girerken inanılmaz biçimde zorlanıyoruz. Bunda şüphesiz, kadınların da genellikle kendi öznelliklerini kurarken teori, akıl, fikir alanından kaçarak kurdukları meselesi var. Bu durum kadınlara dayatılan öznellik biçimlerinin bir sonucu bir yandan ama bir yandan da feminist hareketin kimi unsurları tarafından dahi tuhaf ve muğlak bir ''kadın tarzı'' yaklaşımıyla bir nevi destekleniyor.

29 Temmuz 2014 Salı

ZAMAN TÜNELİNDE KADIN

       Kasımdı sanırım. O zamanların tabiriyle orta ikiye gidiyorum, okulum evime çok yakın yaklaşık on beş dakikalık bir yürüme mesafesinde ve ilkbaharda buram buram akasya kokulu. Hangi gündü hatırlamıyorum, ama bir günün ilk saatinde gazete haberlerini okuyup, ikişer dakika yorum yapıyorduk. Yol üstündeki gazete bayisinden son gazeteyi kapıp koşa koşa yetiştim. (Her sabah olduğu gibi geç kalıp  beş dakika tek ayak üstünde bekleme koşuluyla yerime oturabildim.) Onlar başlamıştı derse, sıranın bana yaklaşması an meselesi. Stres…
   Sayfaları karıştırmaya başladım. Sonra bir cinayet haberi… Bir kadın ve artık bizimle değil. Onunla birlikte ikiz bebeği de. İki polisin yanında giden kel, zayıf, kocaman kulakları olan bir adam. Kadınında vesikalık bir fotoğrafı, diğer fotoğrafta ikiz bebekleri var yanında. Üç fotoğraf, on iki bıçak darbesi. Benimde yaşım 12! Sonra ağlamıştım. Ne ahmakça. Öğretmenim beni ayağa kaldırdığında ve ne düşündüğümü sorduğunda tek kelime edemeden nefesimin kesilişine eşlik eden arkadaşlarımın kahkahalarını hatırlıyorum sadece. Ders bitti. Diğeri de. Eve dönerken bir kaplumbağa ile karşılaşsam yüksek ihtimal beni geçerdi. Akasya kokularından değil, hem kasımda akasya kokusu mu olurmuş?  O gün eve gittiğimde sürekli o kadını düşünmüştüm, bebeklerini. O an neler yaşayabileceğini ve en önemlisi hislerini. Hala hissedebiliyorum, yüzerken bacağına kramp girer ya aynen öyle, ama bu kez kalbinde. Bu haber yemin ediyorum deprem etkisi yarattı bende. Ertesi gün her okul dönüşü gazete alıp geliyordum, benzer haberleri kesip ajandama yapıştırıyordum. Ölen kadınlar, tutuklanan adam(!)lar..  Uzun süre böyle devam etti. Ardından bir blog açtım. Başlangıçta bambaşka konularda yazarken bir pazar kahvaltısında benzer bir hikaye ile tekrar karşılaştım. Birden o az önce bahsettiğim krampı tekrar hissettim. Yıllar sonra gelen haber, beni yıllar öncesine gönderdi. Yıllardır sorduğum soruya hala bir cevap veremediğimi fark ettim, neden böyle? Başım çatlayana kadar düşündüm. Kalemi kağıdı alıp şunları yazdım.

     İlk zamanlardan bu yana birkaç anaerkil kabile dışında kadına hep ikinci sınıf insan konumu uygun görüldü. Mülkiyetin kişisel bir kudret sembolü haline gelişiyle birlikte, kadınlar da, elde edilmek için savaşılan, biriktirilen, elde tutulan ve değiş tokuş edilen zenginlik nesneleri konumuna dönüştüler.Daha bağlayıcı dinsel geleneklerin çoktanrılı puta tapıcılığın yerini almasıyla birlikte, kadının “insandan aşağı doğası”, kutsal yasalar tarafından da onandı. Üç büyük din bir konuda aynı görüşü paylaştı. Erkek üstünlüğünün sağlam duvarlarındaki ilk çatlaklar 19.yy ortalarında belirmeye başladı.İngiltere ve ardından tüm Avrupa’da baş gösteren sanayi devrimi kaba kuvvete olan ihtiyacı duraklatmış, böylece daha az maliyetle çalıştırılıp sanayicilere büyük kar sağlayan çocuklar ve kadınlar makine başlarındaki yerlerini almışlardır. Kadının diğer bir tabir ile ‘insanlaşma’ süreci kolay bir süreç değildir. İşveren tarafından ucuz iş gücü olarak görülmüş kadın, ‘kanından kaynaklı, biyolojik etmenlerden dolayı, kadının doğasından ötürü” gibi abuk subuk gerekçelerle çeşitli görevlere, sorumluluklara, ‘doğasından kaynaklanan’ iş yükümlülüklerine tabi tutulmuş, mahkum edilmiştir. Kapitalist toplumda kadın iki defa sömürülmektedir; ilki sermaye tarafından emeğinin karşılığını alamayarak yaşadığı sömürüdür, ikincisi ise, eşinin yine sermayeye dayalı bir şekilde aile hayatında yaşattığı sömürüdür.Kapitalist aile içinde erkek burjuva, kadın ise proleterdir.Kadına karşı şiddet dünyada en yaygın suç olmasına karşın, en az cezalandırılandır. Kadınların aile ve toplum içinde töre cinayetlerine, tecavüzlere, eğitimsizliğe, sağlıksız geleneklere (kadın sünneti vb.), psikolojik şiddetlere, emekten uzak tutularak ev mahkumiyetine maruz kalmaktadır. Dünya genelinde çeşitli yasaların yürürlükte yerlerini alması, bu konuyla ilgili kurum ve kuruluşların sayılarının gün geçtikçe yükselir bir periyotta seyretmesi ile kadın, küf tutmuş beyinlerin ona yaftaladığı imajı derisinden sıyırmış ve bu kez bambaşka bir imaj ile günümüze ulaşmıştır.Elbette medya, bu konuda bir terzi olmuştur. Kadın ve kadınlık üzerine dizayn ettiği iyi ya da kötü her rol, öyle ya da böyle (subliminal vb.) yöntemlerle takipçi kesiminin zihnine cuk diye oturtturmuştur.    Kadın imajı genellikle erkek mülkiyetiyle açıklanmış bir alanda yer alır. Çevremizi kuşatan reklamlar, haberler, öyle ki masallar bile hep erkeklerin bakış açılarıyla ele alınmış ve toplumun değerleriyle donatılmıştır. Fedakar, sadık eş, cennet ayağının altındaki kutsal, anne, kardeş gibi konumunun vurgulanması geleneksel kadının rollerinin pekiştirilmesi sürecini hızlandırmaktadır. Diğer bir durum ise kadınların cinsellikleriyle var olmalarıdır. Kadının cinsel kimliği ön plana çıkarılmakta ve kadının yeniden yarattığı imajın tezat örnekleriyle piyasada yer almaya başlamakta, böylece kadın adına negatif olan bu durum arttırılmaktadır. Geçmişten günümüze kadına zorla yapıştırılmış görevler devamlılığını halen sürdürmekte, buna medyada oldukça geniş bir şekilde yer verilmektedir.     Kadın evde leke çıkaran, çamaşır bulaşık yıkayan, banyoyu parlatan, yemekleri yapan, çocuklara bakan adeta bir köledir ve bunlarla ilgili bütün reklamlarda yine baş aktör kadındır.Hatta öyle ki xxx markalı bir deterjanın reklam filminde per perişan tüm hayat enerjisini tezgahtaki lekeye adamış bir kadının ‘ovalıyorum ovalıyorum çıkmıyor!’ isyanına yetişen bile erkek formunda tasarlanmış deterjan sı*an adamdır. Bir gelir kadının tüm derdi biter.Eve aniden yapılan baskınlar, saçları kurumuş ve takvimi tutmayıp da amansız regl olan ardından mutlu mesut ortalarda cirit atan genç kızlar, üstüne leke dökülünce ‘ akıllı kadınım ayol xxx kullanıyorum ben” modundaki ablalar, ki hatta bunun daha önceki versiyonu olan çantasında çamaşır suyu taşıyan Ayşe Teyzemiz, mavi önlükle her makinesi bozulan kadına elinde kireç tutmuş rezistanslarla koşan amcalar ve ardından yükselen ‘tamburum gıcır gıcır’ nidaları… Aslında hepsi oyunun bir parçası!
     Bu yazımı destekleyecek örnek görsellerle birlikte yazarı olduğum dergiye gönderdim. Yayınlandığı günün akşamı tepkiler aldım. Şaşırmadım, kadının bile kadın haklarını gereksiz gördüğü dünyada yazıma olumsuz eleştiriler gelmiş olması olasıydı. Aslında ne sandıkları gibi feministtim ne de erkek düşmanı. Aslında mesela feministlik değildi, tüm mesela kadınların ölmemesi ve hep gülmesiydi. Susan Afgan kadınlarının susmaması, yılbaşında Taksime çıkamayan kadınların çıkması, gece ikiden sonra Ardahan’da bir kadının kendi sokağında yürüyebilmesi, beş gün boyunca tecavüze uğrayan ve sonunda intihar edilmesi istenen La Bibi’nin yaşamasıydı, bir kadının vücudunu nasıl kullanacağını ve bir kadının vücudunun nelere mecbur bırakılacağının belirlenemeyeceği, bir kadının çığlığının duyulduğu anda önce ‘müslüman mı?’ ya da ‘eşcinsel mi?’ sorularına maruz bırakılmadan sadece hümanist değelerle yola çıkılması, en güvenli yerinde evinde, en güvendiği adam tarafından vahşice katledilmemesi, iş yerinde tacize uğramaması, acı çeken kadınların yaralarının sarılmasıydı. Sarılıp bir daha gülümseyebilmeleri. Dünyalarına tekrar çiçekler dikebilmeleri...Yani, cinsiyet ayrımcılığına karşı bir mücadelem vardı sadece. Daha sonra küçücük dünyamda kocaman bir mücadele başlattım! Bende bir kadınım ve bir şeyler yapmalıyım! Çünkü bizi ucunda nokta kadar aydınlık göremediğimiz tünellere mahkum etmeye çalışıyorlar. Özgürlüklerimiz kısıtlanıyor, her gün yüzlerce kadının işine belirsiz nedenlerden son verilip, sosyal hayatta önüne barikatlar kuruluyor.

     Size geçmişten günümüze kadından bahsetmiştim ya şimdide bizim gibi kadınlardan bahsedeceğim. Çünkü ben sadece bunu biliyorum. Risk alanları, bir yandan hayatla bir yandan aşkla mücadeleye girişmişleri, çocuklarını doyurup topukluyla işe gidenleri, kafalarındaki hayallerle yaşayanları, o hayalleri gerçekleştirecek gücü kendilerinde bulanları, gittiği her yere sevgi götürenleri, sıcacık gülümsemesi olanları, gece kaygıdan gözüne uyku girmese de sabaha kocaman gözlerini yollara dikenleri, takdir edilse de edilmese de doğru bildiği yoldan dönmeyenleri, bir fikrin bir inadın bir iddianın peşinden yorulmadan koşanları. Bu kadınlar benim kahramanlarım diğer tüm kadınlar ile birlikte.
  Tüm o tünellere de eyvallah! 

20 Haziran 2014 Cuma

BİR ÇOCUĞA BUNU NEDEN YAPTINIZ?

Haberi okuduğum anda kalkıp hemen yeni bir blog açtım. Vicdanımı susturmaya yeter mi bilmiyorum. Sadece küçük şeylerle mutlu olmayı bilmeyen metropol insanlarının bu haberi duymasını istedim, 7 yaşındaki o çocuktan özür dilemek istedim. 17,5 liralık bir fotokopi borcu için bir aile ve 7 yaşındaki çocuğun mağdur edilmesi sosyal devlet anlayışıyla ne kadar örtüşür, düşünün istedim.

 Olay İzmir'in Çimentepe semtindeki Başöğretmen İlkokulundan. Mardin'de yaşarken ekonomik sorunlar nedeniyle İzmir'e gelmiş, geçimini bir hastanede asgari ücretle işçilik yaparak sağlayan bir babanın iddialarına göre; ilk dönem karnelerini alan öğrencilerin ikinci dönem ders notları fotokopi olarak dağıtıldı ve sınıf öğretmeni tarafından ödeme yapmayan öğrencilerin yıl sonu karnelerini alamayacaklarını belirtildi. Ekonomik zorluklar yaşadığını belirten veli ücretin altında bir tutar verdiyse de kabul edilmedi. Sonuç olarak 7 yaşındaki ilköğretim öğrencisi karne günü bir kenarda arkadaşlarını sessizce izledi. 

Abdullah uzun saatler kapıda bekledikten sonra babasına neden karne alamadığını sormuş. Babası durumu izah edemeyeceğini düşünüp, karnesinin kaybolduğunu söylemiş. Olayın basında duyulmasının hemen ardından okul yönetimi karneyi vermek istese de her şey için çok geçti. Karneyi verseler de Abdullah'a bunu kendileri açıklayabilir miydi? O küçük çocuktan gözlerine bakarak özür dileyebilirler miydi? Ömrü boyunca unutmayacağı bu olayı hafızasından silebilecekler miydi? Peki ya babanın duygularını telafi edebilecekler miydi?  Milli Eğitim Bakanlığınca daha önce yapılan bir açıklamada velilerden karne parası, bağış ve benzeri hiçbir gerekçeyle para istenmeyeceği belirtilmiş ve her ne koşulda olursun öğrencilere karnelerinin verileceği ifade edilmiş olmasına rağmen sadece 17. 5 liralık fotokopi borcu için ailenin ve çocuğun mağdur edilmesi sosyal devlet ilkesiyle örtüşmekte midir? Öğretmenin iddialarına göre Abdullah öğrenme zorluğu çekiyor- muş, bu nedenle velisiyle konuşmak istemiş, o nedenle bekletmiş(!) Hangi delillerle savunuluyor, neye dayanılarak söyleniyor? Zira böyle bir olay varsa neden karne günü bekleniliyor? O halde bu olanlar karnenin neden verilmediğini izah etmekte yetiyor mu? Bir ilkokul öğretmeni nasıl böylesine acımasız oluyor? Bu ülke çocuklarından ne istiyor? O okulun yönetiminden, öğretmenine, velilerinden haberde Abdullah'ın fotoğrafına sansürsüz yer veren basın mensuplarına kadar kötüsünüz. 

O kadar acınası bir ülke oluyoruz ki, nefes almaktan korkuyorum. Metrobüste engelliler için ayrılmış yerde oturan adamların engelleri birini gördüğü halde yer vermemesi gibi, sokak ortasında yaşanan vahşetlere ses çıkarmadan geçip gidilmesi gibi, insanların insan olmaktan bile önce bencil olması gibi, masumların tek tek yok olduğu ve böylesine kötü böylesine çirkin insanlarla baş başa kaldığımızda ''insanlık ölmüş!'' dediğimiz gibi. Yolda, alışverişte hatta apartmanda yüzünüze gülümseyenden korkar oldunuz, size yapılan en ufak bir yardımdan şüphe duyup, karşılık beklemesinden korktunuz. Öyle ki her şeyi çıkar ilişkisine oturttup, menfaatlerinizi sıvazladınız, egolarınız koltuklarınızdan taşıyor ve siz sürekli daha fazlası için yaşıyorsunuz. Daha fazla büyümek için, daha fazla servet için, daha fazla şaşa, gösteriş için. Çocukların başını okşamayacak kadar çekildi duygularınız, senin adın ne demeye korkuyorsunuz, bir şeyi karşılıksız severseniz bahçenizin yeşermesinden korkuyorsunuz, kuş seslerini duymayacak kadar sağır, her gün doğan güneşin nasıl bir mucize olduğunu oturup düşünemeyecek, uçurtma uçuramayacak, bir kitap okuyamayacak, bi çiçek sulayamayacak kadar meşguldünüz. O yüzden insanlık size hiç ulaşamadı. Hiç durup da bir köpeği sevmemiş kadar kötüsünüz. Bir kuşun, bir bulutun nasıl da geçip gittiğini izlememiş kadar  kötüsünüz. Yıllarca gülmemiş, güldürmemiş kadar kötüsünüz.