Kasımdı sanırım. O zamanların tabiriyle orta ikiye
gidiyorum, okulum evime çok yakın yaklaşık on beş dakikalık bir yürüme
mesafesinde ve ilkbaharda buram buram akasya kokulu. Hangi gündü
hatırlamıyorum, ama bir günün ilk saatinde gazete haberlerini okuyup, ikişer
dakika yorum yapıyorduk. Yol üstündeki gazete bayisinden son gazeteyi kapıp
koşa koşa yetiştim. (Her sabah olduğu gibi geç kalıp beş dakika tek ayak üstünde bekleme koşuluyla
yerime oturabildim.) Onlar başlamıştı derse, sıranın bana yaklaşması an
meselesi. Stres…
Sayfaları karıştırmaya başladım. Sonra bir cinayet haberi… Bir
kadın ve artık bizimle değil. Onunla birlikte ikiz bebeği de. İki polisin yanında
giden kel, zayıf, kocaman kulakları olan bir adam. Kadınında vesikalık bir
fotoğrafı, diğer fotoğrafta ikiz bebekleri var yanında. Üç fotoğraf, on iki
bıçak darbesi. Benimde yaşım 12! Sonra ağlamıştım. Ne ahmakça. Öğretmenim beni
ayağa kaldırdığında ve ne düşündüğümü sorduğunda tek kelime edemeden nefesimin
kesilişine eşlik eden arkadaşlarımın kahkahalarını hatırlıyorum sadece. Ders
bitti. Diğeri de. Eve dönerken bir kaplumbağa ile karşılaşsam yüksek ihtimal
beni geçerdi. Akasya kokularından değil, hem kasımda akasya kokusu mu olurmuş? O gün eve gittiğimde sürekli o kadını
düşünmüştüm, bebeklerini. O an neler yaşayabileceğini ve en önemlisi hislerini.
Hala hissedebiliyorum, yüzerken bacağına kramp girer ya aynen öyle, ama bu kez
kalbinde. Bu haber yemin ediyorum deprem etkisi yarattı bende. Ertesi gün her
okul dönüşü gazete alıp geliyordum, benzer haberleri kesip ajandama
yapıştırıyordum. Ölen kadınlar, tutuklanan adam(!)lar.. Uzun süre böyle devam etti. Ardından bir blog
açtım. Başlangıçta bambaşka konularda yazarken bir pazar kahvaltısında benzer
bir hikaye ile tekrar karşılaştım. Birden o az önce bahsettiğim krampı tekrar
hissettim. Yıllar sonra gelen haber, beni yıllar öncesine gönderdi. Yıllardır
sorduğum soruya hala bir cevap veremediğimi fark ettim, neden böyle? Başım
çatlayana kadar düşündüm. Kalemi kağıdı alıp şunları yazdım.
İlk zamanlardan bu yana birkaç anaerkil kabile dışında kadına hep
ikinci sınıf insan konumu uygun görüldü. Mülkiyetin
kişisel bir kudret sembolü haline gelişiyle birlikte,
kadınlar da, elde edilmek için savaşılan, biriktirilen, elde tutulan ve değiş
tokuş edilen zenginlik nesneleri konumuna dönüştüler.Daha bağlayıcı dinsel geleneklerin çoktanrılı puta tapıcılığın
yerini almasıyla birlikte, kadının “insandan aşağı doğası”, kutsal yasalar
tarafından da onandı. Üç büyük din bir konuda aynı görüşü paylaştı.
Erkek üstünlüğünün sağlam duvarlarındaki ilk çatlaklar 19.yy ortalarında
belirmeye başladı.İngiltere ve ardından tüm Avrupa’da baş gösteren sanayi
devrimi kaba kuvvete olan ihtiyacı duraklatmış, böylece daha az maliyetle
çalıştırılıp sanayicilere büyük kar sağlayan çocuklar ve kadınlar makine
başlarındaki yerlerini almışlardır.
Kadının diğer bir tabir ile ‘insanlaşma’ süreci kolay bir süreç değildir.
İşveren tarafından ucuz iş gücü olarak görülmüş kadın, ‘kanından kaynaklı,
biyolojik etmenlerden dolayı, kadının doğasından ötürü” gibi abuk subuk
gerekçelerle çeşitli görevlere, sorumluluklara, ‘doğasından kaynaklanan’ iş
yükümlülüklerine tabi tutulmuş, mahkum edilmiştir. Kapitalist toplumda kadın
iki defa sömürülmektedir; ilki sermaye tarafından emeğinin karşılığını
alamayarak yaşadığı sömürüdür, ikincisi ise, eşinin yine sermayeye dayalı bir
şekilde aile hayatında yaşattığı sömürüdür.Kapitalist aile içinde erkek burjuva, kadın ise proleterdir.Kadına
karşı şiddet dünyada en yaygın suç olmasına karşın, en az cezalandırılandır.
Kadınların aile ve toplum içinde töre cinayetlerine, tecavüzlere,
eğitimsizliğe, sağlıksız geleneklere (kadın sünneti vb.), psikolojik
şiddetlere, emekten uzak tutularak ev mahkumiyetine maruz kalmaktadır.
Dünya genelinde çeşitli yasaların yürürlükte yerlerini alması, bu konuyla
ilgili kurum ve kuruluşların sayılarının gün geçtikçe yükselir bir periyotta
seyretmesi ile kadın, küf tutmuş beyinlerin ona yaftaladığı imajı derisinden
sıyırmış ve bu kez bambaşka bir imaj ile günümüze ulaşmıştır.Elbette medya, bu konuda bir terzi olmuştur. Kadın ve kadınlık
üzerine dizayn ettiği iyi ya da kötü her rol, öyle ya da böyle (subliminal vb.)
yöntemlerle takipçi kesiminin zihnine cuk diye oturtturmuştur. Kadın imajı genellikle erkek mülkiyetiyle açıklanmış bir alanda yer alır.
Çevremizi kuşatan reklamlar, haberler, öyle ki masallar bile hep erkeklerin
bakış açılarıyla ele alınmış ve toplumun değerleriyle donatılmıştır. Fedakar,
sadık eş, cennet ayağının altındaki kutsal, anne, kardeş gibi konumunun
vurgulanması geleneksel kadının rollerinin pekiştirilmesi sürecini
hızlandırmaktadır.
Diğer bir durum ise kadınların cinsellikleriyle var olmalarıdır. Kadının cinsel
kimliği ön plana çıkarılmakta ve kadının yeniden yarattığı imajın tezat
örnekleriyle piyasada yer almaya başlamakta, böylece kadın adına negatif olan
bu durum arttırılmaktadır. Geçmişten günümüze kadına zorla yapıştırılmış
görevler devamlılığını halen sürdürmekte, buna medyada oldukça geniş bir
şekilde yer verilmektedir. Kadın evde leke çıkaran, çamaşır bulaşık yıkayan, banyoyu
parlatan, yemekleri yapan, çocuklara bakan adeta bir köledir ve bunlarla ilgili
bütün reklamlarda yine baş aktör kadındır.Hatta öyle ki xxx markalı bir
deterjanın reklam filminde per perişan tüm hayat enerjisini tezgahtaki lekeye
adamış bir kadının ‘ovalıyorum ovalıyorum çıkmıyor!’ isyanına yetişen bile
erkek formunda tasarlanmış deterjan sı*an adamdır. Bir gelir kadının tüm derdi
biter.Eve aniden yapılan baskınlar, saçları kurumuş ve takvimi tutmayıp
da amansız regl olan ardından mutlu mesut ortalarda cirit atan genç kızlar,
üstüne leke dökülünce ‘ akıllı kadınım ayol xxx kullanıyorum ben” modundaki
ablalar, ki hatta bunun daha önceki versiyonu olan çantasında çamaşır suyu
taşıyan Ayşe Teyzemiz, mavi önlükle her makinesi bozulan kadına elinde kireç
tutmuş rezistanslarla koşan amcalar ve ardından yükselen ‘tamburum gıcır gıcır’
nidaları… Aslında hepsi oyunun bir parçası!
Bu
yazımı destekleyecek örnek görsellerle birlikte yazarı olduğum dergiye
gönderdim. Yayınlandığı günün akşamı tepkiler aldım. Şaşırmadım, kadının bile
kadın haklarını gereksiz gördüğü dünyada yazıma olumsuz eleştiriler gelmiş
olması olasıydı. Aslında ne sandıkları gibi feministtim ne de erkek düşmanı. Aslında
mesela feministlik değildi, tüm mesela kadınların ölmemesi ve hep gülmesiydi.
Susan Afgan kadınlarının susmaması, yılbaşında Taksime çıkamayan kadınların
çıkması, gece ikiden sonra Ardahan’da bir kadının kendi sokağında yürüyebilmesi,
beş gün boyunca tecavüze uğrayan ve sonunda intihar edilmesi istenen La
Bibi’nin yaşamasıydı, bir kadının vücudunu nasıl kullanacağını ve bir kadının
vücudunun nelere mecbur bırakılacağının belirlenemeyeceği, bir kadının
çığlığının duyulduğu anda önce ‘müslüman mı?’ ya da ‘eşcinsel mi?’ sorularına
maruz bırakılmadan sadece hümanist değelerle yola çıkılması, en güvenli yerinde
evinde, en güvendiği adam tarafından vahşice katledilmemesi, iş yerinde tacize
uğramaması, acı çeken kadınların yaralarının sarılmasıydı. Sarılıp bir daha
gülümseyebilmeleri. Dünyalarına tekrar çiçekler dikebilmeleri...Yani, cinsiyet
ayrımcılığına karşı bir mücadelem vardı sadece. Daha sonra küçücük dünyamda
kocaman bir mücadele başlattım! Bende bir kadınım ve bir şeyler yapmalıyım! Çünkü
bizi ucunda nokta kadar aydınlık göremediğimiz tünellere mahkum etmeye
çalışıyorlar. Özgürlüklerimiz kısıtlanıyor, her gün yüzlerce kadının işine
belirsiz nedenlerden son verilip, sosyal hayatta önüne barikatlar kuruluyor.
Size geçmişten günümüze kadından bahsetmiştim ya şimdide
bizim gibi kadınlardan bahsedeceğim. Çünkü ben sadece bunu biliyorum. Risk
alanları, bir yandan hayatla bir yandan aşkla mücadeleye girişmişleri,
çocuklarını doyurup topukluyla işe gidenleri, kafalarındaki hayallerle yaşayanları,
o hayalleri gerçekleştirecek gücü kendilerinde bulanları, gittiği her yere
sevgi götürenleri, sıcacık gülümsemesi olanları, gece kaygıdan gözüne uyku
girmese de sabaha kocaman gözlerini yollara dikenleri, takdir edilse de
edilmese de doğru bildiği yoldan dönmeyenleri, bir fikrin bir inadın bir
iddianın peşinden yorulmadan koşanları. Bu kadınlar benim kahramanlarım diğer
tüm kadınlar ile birlikte.
Tüm o
tünellere de eyvallah!
Gerçekten çok güzel bir yazı olmuş. Emeğinize sağlık!
YanıtlaSilÇok incesiniz, teşekkür ederim :)
Silharika! kalemine güç kızım devam!
YanıtlaSilteşekkür ederim :)
SilBU ÜLKENİN SENİN GİBİ HATUNLARA İHTİYACI VAR VİVİ...
YanıtlaSil:) teşekkürler
YanıtlaSil